• Adres: Eski Kuyumcular Mh. Hacı Gaybi (13001) Sk. Mehmet Ulubak İş Mrk. No:7 Kat:2 Karesi/ Balıkesir
  • Telefon: (0-537) 318 04 04
  • Email: info@ortoterapi.com

Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp

Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre geleneksel ve tamamlayıcı tıp “fiziksel ve ruhsal hastalıklardan korunma, bunlara tanı koyma, iyileştirme veya tedavi etmenin yanında sağlığın iyi sürdürülmesinde de kullanılan, farklı kültürlere özgü teori, inanç ve tecrübelere dayalı -izahı yapılabilen veya yapılamayan- bilgi, beceri ve uygulamalar bütünüdür”. Kullanımı uzun bir geçmişe sahiptir. İnsanların artan yaşam süreleriyle doğru orantılı olarak kronik ve malign hastalıklar da artmaktadır. Sağlık çalışanlarının hastalarına yeterli süreyi ayıramaması, kullanılan ilaçların yan etkilerinden kaçınma gibi nedenlerden dolayı; hastaların geleneksel ve tamamlayıcı tıp yöntemlerine olan ilgisi artmıştır. Zamanla bu yöntemlerin kullanımının daha da artacağı öngörülmektedir. İnsanları bu yöntemlerin zararlı etkilerinden korumak ve yetkisiz kullanımların önüne geçmek için Türkiye’de ve dünyada çeşitli düzenlemeler yapılmıştır. Bu amaçla Türkiye’de en son 27 Ekim 2014 tarihli “Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları Yönetmeliği” yayınlanmıştır. Bu yönetmelikte 15 yöntem kabul görmüş ve kullanım alanları ifade edilmiştir. Bunlar fitoterapi, mezoterapi, larva uygulaması, proloterapi, kupa uygulaması, müzik terapi, hipnoterapi, homeopati, sülük tedavisi, ozon uygulaması, osteopati, refleksoloji, akupunktur, apiterapi, kayropraktiktir. Genelde hastalar bu yöntemleri kullandıklarını hekimlerine söylememektedir. Hastaları bu yöntemleri kullanmaya iten sebep ne olursa olsun, bilinçsiz kullanım sonucunda tanı koymak gecikebilir, yan etkiler ortaya çıkabilir, ya da bu yöntemleri uygulama yetkisi olmayan kişiler tarafından zarara uğratılabilirler. Bu nedenle hekimler hastaların bu tarz eğilimlerinin farkında olmalı ve onları bilinçlendirerek hatalı kullanımdan korumalıdırlar.

Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) göre geleneksel tıp “fiziksel ve ruhsal hastalıklardan korunma, bunlara tanı koyma, iyileştirme veya tedavi etmenin yanında sağlığın iyi sürdürülmesinde de kullanılan, farklı kültürlere özgü teori, inanç ve tecrübelere dayalı -izahı yapılabilen veya yapılamayan bilgi, beceri ve uygulamalar bütünüdür” ve uzun bir geçmişe sahiptir.

Dünyada hala Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp (GETAT) tanımı konusunda ortak bir karara varılamamıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nde 1998 yılında kurulan Ulusal Tamamlayıcı ve Alternatif Tıp Merkezi (NCCAM)’ne göre; GETAT uygulamalarının konvansiyonel tıp ile birlikte kullanılması tamamlayıcı tıp iken, konvansiyonel tıp uygulamaları yerine kullanılması alternatif tıp şeklinde adlandırılır. Ancak NCCAM, son dönemlerde yeni bir tanım olan konvansiyonel tıbbın, güvenirliği kanıtlanmış GETAT uygulamalarıyla birlikte kullanılması anlamına gelen ‘integratif tıp’ tanımını kullanmaktadır.

Avrupa Tamamlayıcı ve Alternatif Tıp Federasyonu’na (EFCAM) göre ise; tamamlayıcı ve alternatif tıp, sağlığın idame ettirilmesi ve iyileştirilmesi, hastalıkların önlenmesi ve tedavisinde kullanılan çeşitli sağlık uygulamalarıdır ve bunlar bağımsız olarak veya konvansiyonel tıp yaklaşımları ile beraber kullanılabilir.

Genel olarak bakıldığında hasta tedavi sürecinde modern tıbba ilave olarak yardımcı yöntemler uygulandığında ‘tamamlayıcı tıp’, modern tıbbın yerine başka yöntemler kullanmasına ise ‘alternatif tıp’ denmektedir. Türkiye’de de uzun süre benzer tanımlar kullanılmıştır. Ancak son dönemlerde DSÖ’nün tanımı da baz alınarak yapılan tartışmalar sonucunda tıbbın alternatifinin olamayacağına, sadece tedavinin alternatifinin olabileceğine karar verilerek ‘geleneksel ve tamamlayıcı tıp’ tanımı daha ön plana çıkmıştır.

Eski zamanlardan günümüze kadar uygulanmaya devam eden ve özellikle son dönemlerde kullanım sıklığı artan GETAT yöntemleri için belirsizlikleri ortadan kaldırmak amacıyla çeşitli yönetmelikler düzenlenmiş ve merkezler kurulmuştur. Türkiye’de bu alanda yapılan ilk düzenleme 1991 yılında yayınlanan “Akupunktur Tedavi Yönetmeliği” dir.

Ülkemizde son olarak Sağlık Bakanlığı tarafından Ekim 2014 senesinde “Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları Yönetmeliği” yayınlanmıştır. Bu yönetmelik sayesinde yöntemlerin kullanım amaçları, hangi tür hastalıklara uygulanıp uygulanamayacağı, yapılacak eğitimler, hangi sağlık kuruluşları ve kimler tarafından uygulanabilecekleri net şekilde ifade edilmiştir. Akupunktur dışındaki yöntemler ilk kez bu yönetmelikte ele alınmıştır. 15 yöntem kabul görmüş ve açıklamaları yapılmıştır. Bunlar; fitoterapi, larva uygulaması, mezoterapi, proloterapi, müzik terapi, hipnoz, kupa uygulaması, homeopati, ozon uygulaması, sülük tedavisi, osteopati, akupunktur, refleksoloji, kayropraktik, apiterapidir. Bu yöntemleri uygulama yetkisi doktorlara ve kendi alanlarının dışına çıkmamak şartıyla diş hekimleri ve eczacılara verilmiştir. Kamu ve özel sağlık kuruluşlarına ‘uygulama üniteleri’, üniversite hastanelerine ve eğitim araştırma hastanelerine ‘uygulama merkezi’ denilmiştir. Sağlık Bakanlığı’nın onay vermesi halinde eğitimin sadece uygulama merkezlerinde verilmesi kararlaştırılmıştır. Böylelikle eğitimde bir standart olması amaçlanmıştır. Bu alanda tecrübesi olan ve 11 uzmanı kapsayan bilimsel komisyon oluşturulmuştur.

Türkiye GETAT yönetmeliğinde kabul gören 15 yöntem şunlardır:
Fitoterapi: Fitoterapi tıbbi bitkiler kullanılarak hastalığın önlenmesi veya tedavi edilmesi anlamında kullanılmaktadır. Bu terim ilk defa La Presce Medical dergisinde, Fransız bir doktor olan Henri Leclerc (1870-1955) tarafından kullanılmıştır.
Sağlık sektöründe dünyanın en hızlı ilerleyen alanlarından biri haline gelen bitkisel ürün piyasası, 2001 yılında dünyada 43 milyar dolarlık bir alana sahipken, 2007 yılında ise bu miktar 60 milyar dolara kadar varmıştır. DSÖ’nün açıklamasına göre dünya genelinde 35.000-70.000 kadar bitki tedavi maksadıyla kullanılmaktadır ve bu bitkilerin yalnızca 5.000 kadarının tıbbi analizi yapılmıştır.
Bitkilerin tedavide kullanılabilmesi için, güvenilirlik ve etkinlik açısından araştırılması gerekir. Burada güvenilirlikte amaç, kontaminasyonun engellenmesi, kullanılan etken maddenin üründeki miktarının hesaplanması; yani, belli bir standardın sağlanmasıdır. Kimi Avrupa ülkeleri, bitkisel ürünlerin standardizasyonunu sağlayarak, bu ürünleri eczanelerde ve marketlerde satışa sunmaktadır. Bu standartlar ise, DSÖ, Komisyon E, European Scientific Cooperative on Phytotherapy (ESCOP) gibi kurumlar aracılığıyla değerlendirilmektedir.

Larva (Maggot) Uygulaması: Maggot debridman tedavisi (MDT), Lucilia Sericata adlı yeşil sineğin steril hale getirililerek larvalarının kullanıldığı bir tedavi yöntemidir.
Eski zaman hekimlerinden Baron Larrey (1829) ve Joseph Jones savaş sırasında yaralanan askerlerin tedavisinde MDT yöntemini denemişlerdir. Bu larvaların yalnızca nekrotik dokuyu erittiklerini ve canlı dokuya zarar vermediklerini fark etmişlerdir. 1950-1980 yılları arasında cerrahi debritman ve antibiyoterapinin ön plana çıkması nedeniyle MDT geri planda kalsa da 1990’lardan sonra Avrupa ülkelerinin de dahil olduğu 24’ten fazla ülkede aktif şekilde kullanıldığı düşünülmektedir. Faydası tüm dünyaca kabul edilen bu yöntem 2004 senesinde Food and Drug Administration (FDA) tarafından onay almıştır.

Proloterapi: Kas iskelet sisteminin kronik ağrılarının tedavisinde kullanılan proloterapi uygulamasının adı, ‘proliferasyon’ ve ‘terapi’ kelimelerinin birleştirilmesiyle oluşmuştur.
Proloterapi, proliferatif ve irritan maddelerin kas iskelet sisteminde hasarlı olan alana (eklem, entezis, tendon, ligament) enjekte edildiğinde oluşan sınırlanmış fizyolojik inflamasyon sayesinde iyileştirmeye dayanan bir tedavi şeklidir. Proloterapide asıl hedef, kontrollü inflamasyon sağlayarak normal iyileşme şeklini taklit etmek, iyileşmeyi başlatmak, fibroblastik aktivite ve kollajen dokuyu arttırmak, böylece ağrıya sebep olan bölgeyi kuvvetlendirmek ve ağrının azalmasını sağlamaktır.

Müzik Terapi: Kökeni Yunanca “mousike” / “mousa”dan gelen müzik kelimesi, bütün dünyada aynı manada kullanılmaktadır. Müzik terapinin çok eski dönemlere dayanan bir tedavi şekli olduğu, M.Ö. 2000’lerden beri bir çok toplumda hastaları tedavi etmek amacıyla kullanıldığı bilinmektedir. Homera, ameliyatlar esnasında müziği kullanmış ve pozitif etkilerini göstermiştir. Platon, M.Ö. 400’lerde müziğin, ruhun derinliklerini etkileyerek insana hoşgörü ve dinginlik verdiğini söylemiştir. Celcus ve Arateus ise, müziğin ruhu dinginleştirdiğini ifade etmiştir. Türkler müzikle terapi seçeneğini en fazla Selçuklu ve Osmanlı döneminde kullanmıştır. Ruh hastalıklarının tedavisi amacıyla kurulan darüşşifalarda, müzikle tedavi için belirli saatler ve günler ayrılmıştır.
Yüzyıllarca süregelen müzikle terapi yöntemi, 21.yy’da da hala tüm dünyada uygulanmaya devam etmektedir.

Osteopati: İlk osteopati okulu Andrew Taylor Still aracılığıyla 1892 senesinde kurulmuştur. Osteopati yönteminin temelinde bedenin kendi kendini iyileştirme felsefesi vardır. Still, ilaçların hastanın iyileşmesinde pek etkili olmadığına inandığı için, osteopatlar ilaç yazamazdı. Hastalıkların sebeplerini ve nasıl tedavi edilebileceklerini bulabilmek için, doktorun bedenin yapısal ve fonksiyonel bütünlüğünü göz önünde bulundurarak tedavi etmesi gerektiğini savunmutur. Still ve arkadaşlarının bedenin temel yapısını göz önüne alarak geliştirdikleri Osteopatik Manipülatif Tedavi (OMT) uygulamasının kan akım hızını arttırarak, bedenin kendi kendisini iyileştirmesine imkan sağladığı kanıtlanmıştır (19). OMT, osteopatlar tarafından yapılan ve ellerin kullanıldığı bir çok farklı teknik içeren, hastaların somatik disfonksiyonlarının iyileştirilmesinde etkili olan bir yöntemdir.

Mezoterapi: Mezoterapi çok küçük ilaç miktarları ile vücudun belli bölgelerine uygulanan intradermal veya subkutan enjeksiyon işlemidir. Kullanılan ilaçlar sıklıkla doğal bitki ekstreleri, mineraller ve vitaminler, homeopatik ilaçlardır. Mezoterapi uygulaması kozmetik açıdan dermatolojide, romatolojide, spor hekimliğinde ve nörolojide kullanılmaktadır. Mezoterapi yönteminin en önemli üstünlüklerinden biri minimal ilaç miktarlarında tedavi etmek ve bu sayede ortaya çıkabilecek sistemik yan etkilerden korunmaktır.

Kayropraktik: DSÖ Kayropraktik 2005 kılavuzuna göre Kayropraktik, sinir-kas-iskelet sistemleri bozukluklarının teşhisi, tedavisi ve önlenmesi ve bu bozuklukların genel sağlık üzerindeki etkileri ile ilgili sağlık hizmeti veren, subluksasyon üzerinde özel bir odaklanma ile patolojik eklem biyomekaniğini düzelten ve vücudun doğal olarak iyileşmesini sağlayan ve bu alan içerisine giren manuel teknikleri içeren bir uzmanlıktır.
Kayropraktik uygulaması, elle tedavi yöntemlerinin çok sık kullanılan çeşitlerinden biridir. Avrupa Birliği ve komşu ülkelerin 16’sında kayropraktik yasal düzenlemesi olan bir meslektir. 10 ülkede tedavi şekli olarak yasal düzenlemesi vardır ancak mesleki düzenlemesi yoktur. 13 ülkede ise iki konuda da yasal düzenleme yoktur. Ülkemize bakıldığında ise 2008 senesinde Kayropraktik Omurga Sağlığı Derneği kurulmuştur.

Homeopati: Homeopati, Yunanca homoios (benzer) ve pathos (acı çekmek) sözcüklerinin birleşmesinden oluşan, benzerlik prensibine dayanan terapötik yöntemdir. Similia similibuscurantur “benzeri benzerle tedavi etmek” fikrine dayanan homeopati; vücudun kendi kendini iyileştiren yollarının tetiklenmesiyle hastalık etkisinin ortadan kalkmasını sağlayan doğal bir tedavi şeklidir. Yani bir madde sağlıklı kişide hastalık belirtileri ortaya çıkarıyorsa, aynı belirtilerin gözlendiği başka hastada tedavi edici etki gösterebilir. Bu benzerlik prensibi Hipokrat ve Paracelsus’a kadar ulaşsa da homeopatinin temelini Dr. Christian Friedrich Samuel Hahnemann (1755-1843) oluşturmuştur. Homeopatik ilacın minimal dozda ve tek ilaç olarak uygulanması da bu yöntemin diğer prensiplerini oluşturmaktadır.

Ozon Uygulaması: Ozon (O3) gazı üç oksijen atomundan oluşan, kararsız, kuvvetli okside edici, keskin kokulu ve renksiz olan bir gazdır. Adı yunanca “koklamak” anlamına gelen “ozein”den gelmektedir. Ozon tıp alanında ilk defa 1932 yılında Fisch tarafından kullanılmıştır.
Ozon gazı temas ettiği alanda virüs, bakteri, mantar vb. mikroorganizmaların biyolojik membranlarını oksitleyerek parçalaması nedeniyle, uzun süre dezenfektan olarak kullanılmıştır.
Ozon gazının immunomodülatör, antimikrobiyal, antiinflamatuvar, antihipoksik yara yeri iyileştirici özelliklerinin olduğu düşünülmektedir. Ozonun hem hücresel, hem de humoral immün sistemi uyardığı, immünkompetan hücrelerin artmasını ve immünglobulinlerin sentezini tetiklediği saptanmıştır.

Refleksoloji: 12 bin yıllık geçmişe sahip olduğu düşünülen refleksolojinin ilk çıkış yeri Mısır ve Çin’dir. Refleksolojiye ait en eski belgeler MÖ 2500-2300 dönemlerine dayanmaktadır.
Refleksolojinin fizyolojik yanıtlara neden olarak tedavi ettiği öne sürülmektedir. Refleksoloji elde, ayakta ve kulakta organlara ait sinir sonlanımlarının olduğu varsayımına dayanmaktadır. Her organın el, ayak ve kulakta denk geldiği spesifik bir alan vardır. Bu spesifik alanlara basınç uygulayarak verilen stimuluslar organlarda cevaba neden olur.

Kupa Uygulaması: Kupa uygulaması ilk defa Asurlular tarafından Orta Doğu’da MÖ 3500 dönemlerinde hayvan boynuzları ve bambular kullanılarak uygulanmıştır.
Kupa uygulaması bir çok şekilde yapılmakla beraber temel olarak kuru ve yaş kupa (hacamat) olarak ikiye ayrılmaktadır. Her iki uygulama şeklinde de kupalar negatif basıncı sağlayacak şekilde cilde yerleştirilmektedir. Yaş kupa uygulamasında ise cilde kesiler atılarak kan vücuttan dışarı alınmaktadır.
Vücudun dışından uygulanan basınç, epidermisin altındaki dokulara ve kaslara kanın toplanmasını uyararak içerdiği besin ve oksijenin dokudaki hücrelere getirilmesini sağlamaktadır. Bu sayede bölgedeki metabolizma hızı artmakta, hormon ve enzim artışı sağlanmaktadır; dolayısıyla zararlı maddelerin vücuttan uzaklaştırılması sağlanır.

Sülük Tedavisi: Eski Mısır mezarlarında sülüklerin tedavi amacıyla kullanıldığına dair belgeler MÖ 1500`lü yıllara kadar uzanmaktadır. Günümüzde sülük tedavisi uygulaması mikrovasküler replantasyon, travma ve rekonstrüktif cerrahisinden sonra venöz konjesyonun önlenmesi amacıyla kullanılmaktadır.
Sülükler 15.000’den fazla türü bulunan halkalı solucan grubundadırlar ve kan emerek beslenirler. Tedavi amacıyla kullanılan sülükler Annelida filumu, Clitellata sınıfı, Hirudinea sınıfı olmak üzere üç ayrı sınıfa ayrılır.

Apiterapi: Apiterapi, bal arısından elde edilen ürünlerinin tedavi maksatlı kullanılmasıdır. Apiterapi hakkında bulunmuş en eski belge 6000 yıl kadar öncesine dayanan Sümer tabletidir. MÖ 3.yy’da arıların balının tedavide kullanıldığına dair belgeler bulunmuştur. Bal arısı ürünlerinden en sık kullanılanları bal, propolis, polen, balmumu, arı sütü ve arı zehridir. Arı zehiri, intradermal veya subkutanöz uygulanabilirken diğer arı ürünleri oral veya topikal şekilde uygulanabilir. Apiterapide kullanılan preparatlar FDA onaylıdır.

Hipnoterapi: İlk defa Fransız Anton Mesmer (1734-1815) hipnozun tıbbi kullanımına dikkat çekmiştir. Vücudumuzda manyetik bir sıvı varlığını kabullenmiş ve bu sıvının iyileştirici özelliğinin varlığını savunmuştur. Marguis de Puysegur (1751-1825) bu durumu somnambulizm olarak ifade etmiştir. Hastanın uyuyor gibi görünmesine karşın hiperalert olması durumuna dikkat çekmiştir. Hipnozun kurucusu olarak anılan James Braid (1795-1860) ise hipnozu uykunun nöropsikolojik bir türü "nörohipnoz" olarak adlandırmıştır.
Geçmişte ve günümüzde bir çok tanımı yapılan hipnozun ne olduğundan ziyade ne olmadığını anlatacak olursak; hipnoz bir uyku hali değildir. Hipnoz, ne olduğunun anımsanmadığı ve unutulduğu bir uygulama değildir. Kişinin kontrolünü kaybettiği, kendinden geçtiği bir durum değildir. Hipnozda şahıs farkındalığını ve bilincini kaybetmez ancak dışarıdan gelen uyarılara tepkisiz kalır, kişinin bilinci kapalı olmaz.

Akupunktur: Akupunktur yöntemi, Asya’da 2000 yıldan daha fazla bir süredir uygulanmaktadır. Bulunan en eski belgelerden biri, MÖ 500’lere ait olduğu düşünülen “Huang Di Nei Jing” adlı belgedir. Yaşam enerjisi Yin, Yang ve Qi’den oluşmaktadır. Enerjinin, zıt ancak birbirini tamamlayan yin yang kompenenti, sağlık ve iyilik durumunun korunması için dengede kalmak zorundadır. İnanışa göre bu enerji, vücut içinde “meridyen” ya da “kanal” adı verilen bir düzen içinde akmaktadır. Yin ve Yang düzeni kaybolduğunda, hastalıklar oluşmaktadır. Çin tıbbına göre, bir çok meridyenin üstünde bulunan spesifik alanlara iğne yerleştirilmesiyle vücutta Qi akışı etkilenebilir.
Akupunktur uygulaması sırasında kullanılacak iğne sayısı, şikayetlerin lokalize olduğu bölgeye ve hastanın iğne duyarlılığı ile alakalıdır. Uygulama esnasında, iğnelere manüel ya da elektriksel stimülasyon yapılabilmekte; veya iğne, ilgili kısımdaki noktaya yerleştirilip orda bırakılarak beklenebilmektedir. Akupunktur tedavisine yanıt veren bireylerde, genellikle üç veya dört haftalık tedavi sürecinin şikayetlerin gerilemesi için yeterli olacağı düşünülmektedir. Kronik hale gelmiş şikayetlerde ise, ilk altı seans sonrasında biraz iyileşme olması beklenmektedir. Bu uygulama süresi boyunca herhangi bir iyileşme olmazsa, akupunkturun bu hastada büyük olasılıkla fayda sağlamayacağı öngörülerek uygulama sonlandırılmalıdır.

Türkiye’de ve Dünyada Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp
İnsanların yaşam müddetlerinin artmasıyla doğru orantılı olarak artan bakım ihtiyacı ve izlemi zor olan kronik, malign hastalıklar, sağlık çalışanlarının hastalarına yeterli süreyi ayıramaması, konvansiyonel tıptaki ilaçların istenmeyen etkilerinden korkma gibi nedenlerden dolayı halkın ilgisi GETAT’a yönlenmiştir ve ilerde bu ilginin daha da artacağı düşünülmektedir.

Dünyada ve ülkemizde yapılmış çalışmaları incelediğimizde GETAT yöntemlerinin kullanılma oranları; Amerika’da %42,1, Avustralya’da %48,2, Fransa’da %49,3, Kanada’da %70,4 şeklindeyken; gelişmekte olan ülkelerde ise oranlar Kolombiya’da %40, Şili’de %71, Çin’de %70 ve Afrika ülkelerinde %80 civarındadır. Türkiye’de ise, Kayseri il merkezinde aile sağlığı merkezlerine müracaat eden 1100 hastaya yapılan ankette GETAT kullanım oranı %65,8 olarak tespit edilmiştir. İzmir’de kırsal kesimde bulunan 60 yaş üstü hastalara yapılan anket sonucuna göre ise bu oran %98,3’e kadar varmaktadır (47). İzmir’de yapılan diğer bir çalışmada ise yaşlı kişilerin ilaç tedavilerine ilave olarak %62,1’i fitoterapi, %54,3’ü ise diğer yöntemleri uygulamaktadır. Eskişehir’de yapılmış bir çalışmada ise kullanım oranı %60’dır. Türkiye genelindeki kanser hastalarında GETAT kullanımını araştıran bir literatür taramasında ise bu oran %22,1 ile %84,1 arasında değişmektedir. Ailelerin çocuklarında GETAT yöntemi kullanıp kullanmadıklarını sorgulayan bir çalışmada ise tüm ailelerin çocuklarında en az bir kez GETAT kullandığını ve bu kullananların %72,8’inin ise genellikle kullanmaya devam ettikleri saptanmıştır. Bu oranlar göz önüne alındığında GETAT kullanımının azımsanmayacak oranlarda olduğu görülmektedir.

Hastaların hangi tedavi şeklinin daha etkili olduğunu düşündüklerini araştıran çalışmalarda, %37 ile %67,8 arasındaki oranlarda konvansiyonel tıp kadar GETAT yöntemlerinin de etkili olduğu düşüncesi hakimdir. Çalışmalardaki cevaplara bakıldığında, hastaların GETAT yöntemleriyle iyileşme umutlarının büyük olduğu anlaşılmaktadır.

GETAT yöntemlerini uygulayanların büyük çoğunluğu yöntemlerle ilgili bilgiyi internet, medya ve yakınlarından edinmektedir. Hekimlerine haber verme ve danışma oranları oldukça düşüktür. Buna karşın kullandığı yöntemi bir başkasına önerme oranları oldukça yüksektir. Hekimler olarak bu sürece dahil olmazsak yanlış veya eksik bilgilerle öneri döngüsü devam edecektir. GETAT yöntemleri hakkında hastalarla konuşmamak onları hatalı bilgi edinmeye sevk edecektir. İnternette ve medyada bu yöntemlerle ilgili kötü sonuçlara sebep olabilecek binlerce bilgi bulunmaktadır. Doktorların, hastalarının bu tarz eğilimlerinin bilincinde olmaları ve gereksinim halinde bu yöntemlerle ilgili hastalarını bilinçlendirmeleri gerekmektedir. Muayeneye gelen hastalara, bilhassa verilen tedaviden yarar görmeyenler ve kronik hastalığı olanlar öncelikli olmak üzere, GETAT yöntemleriyle ilgili tutumları sorgulanarak, onları hatalı kullanımdan koruyacak bilgiler verilmelidir.